(Yazımın ikinci bölümü, İstanbul'da ki kar olayı, Ekrem İmamoğlu ve Ekrem İmamoğlu'na havlamak için pusuda bekleyen köpeklerle ilgilidir, mutlaka okuyunuz)
Meselelere vakıf olma kabiliyetinden çok uzak, içinde bulunduğumuz vahim durumu kavrayamayan makarnacının teki, aslında fırıldak topacın dik alası bir tanıdık, aklınca hafiften alaykâr bir şekilde, ‘’Durmadan yazıyorsun, eline ne geçiyor, boş ver bu işleri, memlekette ne var ki, her şey yerinde, REİS’TEN, AKP’den daha iyisi mi gelecek, yaşın yetmişi çoktan devirmiş, iki günlük dünyada yaşamaya bak’’ deyince tepem attı.
Kendisine, ''niçin yazdığımı anlatayım, adam gibi dinle'' dedim ve anlatmaya başladım;
Yazmak ibâdettir.
Yazmak, tebliğ ve cihattır.
Yazmak namuslu insanlara has bir mücâdele şeklidir.
Yazmak, namus ve haysiyet sahibi, bu toprakları vatan bilenlerin kağıda dökülen acı çığlıklarıdır.
Yazmak yürek ister, iman ister.
Değer bunca sıkıntıya, bunca tehlikelere.
Bazen namlulara hedef olursun,
Bazen dar ağaçlarında urganların halkasından son kez bakarsın semaya. Bütün bu dert ve sıkıntılara rağmen yine de değer, vatan, namus ve Türlük için olursa.
Kimler için mi değer?
Şu karşı parkta oynayan çocukların gelecekleri,
Şu kenarda duran birkaç kız çocuğu var ya işte onların iffetleri ve bekâretleri için değer. Dahası, bu topraklar üzerinde 1000 sene sonra dünyaya gelecek masum ve sabi kızlarımızın namusları için değer.
Bunları anlatırken sinirimden dalmışım.
Kafamı çevirip baktığımda, şerefsiz ukala hızlı adımlarla benden 30 metre kadar ileride sokağın köşesini dönmek üzereydi.
Biliyorum ki, bu vatansızın da kızı, gelini ve torunları vardı ama o dünyalık peşine düşmüş, çöplükte kırıntı arayan uyuz tavuktan farksızdı.
Bu gibi fırıldakların akıllanmaları için;
İllâ da, işgâl ordusu askeri çadırlarından hanımlarının, kızı ve gelinlerinin acı çığlıklarının yükselmesi mi gerekiyor?
OZAN ÂRİF BU GİBİLERE NE DE GÜZEL SÖYLEMİŞ;
Tarlana tohumu mecbur ekersin,
Ak alından emek teri dökersin,
Hasadı el yapar boynun bükersin,
Darım dersin amma, iş işten geçer.
Dersin ki; benim de bir törem vardı,
Davul zurnam ile kanım kaynardı,
Erzurum`da dadaşlarım oynardı,
Barım dersin amma, iş işten geçer.
Arif`im sözümü yayın bucağa,
İnciri dikerler senin ocağa,
Her gece verirler başka kucağa,
Karım dersin amma, iş işten geçer.
BİR DİĞER ŞEREFSİZLER İSE.
Adamlar dua ediyorlar;
''İstanbul'da kar sebebiyle kazalar, ölümler, çeşitli facialar yaşansa da Ekrem İmamoğlu'nun aleyhinde karalama kampanyaları düzenlesek'' diye.
Bu soysuz felâket tellâllarının çoğu SAKALLI üstelik.
Sakal dinimizde sünnettir ve insanı her hareketinde ölçülü olmaya zorlar.
Sakal, kontrol mekanizmasıdır.
Sakal, karşıdakilere, dürüstlüğün ve güvenirliğin mesajıdır.
Sakal, ben dürüst ve namusluyum, benden kimseye zarar gelmez demektir.
Hani derler ya ''SAKALINDAN UTAN''
Bunların sakallarıyla, vücudun mahrem yerlerinden çıkan kılların ne farkı var ki?
Bu ne biçim bir anlayış?
Bunlar hangi alçağın dölleri?
İnsan bu kadar da alçalamaz!
Bunlar, ne Türk, ne insan, ne de Müslümanlar!
İMAMOĞLU'NA GELİNCE;
Ekrem Efendi!
Bana göre iyisin hassın, AKP'nin topuna bin basarsın, adamların yem borularını kestin de LÂKİN BEYNİN BİRAZ KÜÇÜK.
Biraz havai, zaman zaman çocuksu, zaman zaman söz dinlemeyen, akıl verene karşı ukelâ tavırlar sergileyen sevimli bir LİSE TÂLEBESİ gibisin.
Geçmişte yaşanan sel- deprem felâketlerinde yaptığın hatayı, balık lokantasına giderek yine tekrarladın. Bir de gereksiz kişilerle gerektiğinden fazla muhatap oluyorsun!
Bütün bu noksanlarına rağmen, AKP'nin topuna bin basarsın (fark atarsın)
TÜRK DARDA YA RABBİ
Allah'ım, Türk'ü dinine hadim kıldın
Ve Türk'ü Mâide- 54 de övüp sevdin.
Şimdi sevip övdüğün bu hadim millet darda.
Her yanı kahpe,
İçi hainlerle dolu.
Bunaldık Ya Rab,
Bir kahraman gönder yalvarıyoruz.